Monday, February 15, 2016

le temps de l'amour


yeşilliklerin içinde yan yana uzanmışız seninle. içimden maviler geçiyor. yüzüme vuruyor gözlerinin parıltısı. uykuyla uyanıklık arası bir baş dönmesinden hallice aklım uzaklara kayıyor. gerçekten kaçmak için çevremize ördüğümüz yalancı duvarların penceresine hayalden tüller asmışım. gerçek sesini her yükselttiğinde titretiyor camları, içeriye sızıyor şiddeti. korktukça daha çok sarılıyorum sana, yağmurdan sonra burnuma çalınan toprak kokusu gibi bir huzur doluyor göğüs kafesime. bakıyorum kendimize, sırılsıklam üstümüz başımız çamur içinde. insan bu kadar kirliyken, temiz bir duyumsamaya şaşırmıyor da görmezden gelmek istiyor herhalde güzelliğini.
üç beş günlük bir macera niyetiyle geldiğimiz bu yerde zaman gelip geçmiş, okyanusları aşmış ama hayat kendi akışını izler, tüller havalanır, duvarlar yıkılır, yirmili yaşlar biter.
oysa aşkın zamanı hem uzundur hem de kısa. ca dure toujours, on s'en souivent.


Wednesday, January 27, 2016

Smoke


birbirimizi ilk defa gördüğümüz o metronun çıkışında, iki sarhoş daha merhaba bile demeden öpüşmemizin üstünden yirmi üç gün geçmişti.
yumuşacık uçuşup saç uçlarıma konan karlı o akşam, dolabından rastgele aldığım sarı çizgili kazağını kuşanıp hızlı hızlı buzlu kaldırımlarda yürürken, el ele tutuşmayı hiç sevmediğini bilmeme rağmen kayıp düşmeyeyim diye üşüyen elimi avucunun içinde hiç bırakmayacakmış gibi tutmuştun.
üç gün sonra bir şiir okudum yalnız başıma, gece saat kalbimi parçalarken, senin hiç haberin yoktu ne olduğundan.
birbirimizi bulmuşken kaybedişimizi anlatıyordu şiir, senin hiç haberin yoktu ne olduğundan.
beş gün sonra gece saati durdurmuşken, eski bir dost paylaştığım iki satırdan anlamış, babasının bestelediği amatör kaydını göndermişti şiirin.
sen koltukta sakin kitabını okurken, ben sana sarılmış göğsünde, hastalığın da verdiği ağırlıktan olsa gerek, uyumak üzereydim. sessiz huzurumuz bir telefonun bildirim sesiyle bozulmuştu yine. 
beş gün yirmi altı dakika sonra kaydı dinlerken burnumu boynuna sokmuş, omzunu damla damla ıslatırken, senin hiç haberin yoktu ne olduğundan.
sekiz gün bir saat on altı dakika sonra bir mesaj gelmiş senden. tam yedi saat elli sekiz dakika sonra okumuştum. gözlerim uykudan çapak çapak, kalbim yine o naif çırpınışında.
kaleminden çıkan her kelimende ciğerlerime batan kelimelerini nefesimi tutup titrek ellerimle içimi acıtırsın diye korkak okudum tekrar tekrar.
anladım ki
senin hep haberin vardı ne olduğundan.
dalıyorduk ya arada bir, belki değil, ikimiz de aynı şeyi düşünüyormuşuz. 

fakat ne kadar saklasak nafile
bir şey var aramızda
senin gözlerinde ışıldıyor
benim dilimin ucunda.
söylemesi yasak
hapsedecek, yakacak ikimizi de 
gerçek olacağız sonra.

denizlere bağırmak istiyorum.
içimden çıkarıp alsın.
dalgalarında boğsun.
götürsün başka kıyılara.
"doğru ile gerçeği ayırt edemediğimiz için"
sığına çekiyorsun her "özledim"inle
en ufak gelgitinle parçalanacağım kayalıklarında.
"bir şey var aramızda
ne tanıdık
ne bildik"


Friday, January 22, 2016

Ookpik Waltz


bir yere yerleşme düşüncesi korkutuyor
aşık olduğumda bile yerleşmedim ben hiç duygularıma
her an ayrılacakmışım gibi paketlenmiş, hazırdır cümlelerim
vedalaşmayı da oldum olası sevmedim zaten

hep şıpsevdi tanışmalarım
arafta kalmış kararlarım
tek kalemde silip attıklarım
dostluğuna kilometreler bağladığım
can havliyle ruhuna sarıldıklarım
bir dudak büküşüyle zehirlendiklerim
avuç içlerinden öptüğüm sevdalarım da oldu

uzaklardan çağıran bir ses duyuyorum
tam sancağımdan yaralıyor beni
yerleşemiyorum
benim olmuyor şehir
sert bir poyraz vuruyor
dolduruyor içimin yelkenlerini
orsalıyorum hayallerimi
uyku tutmuyor gözlerim
soğuğundan mıdır bilmem, gözlerim ıslak
arkamda bıraktıklarım ve bütün pişmanlıklarım
sicim gibi süzülüyor yanaklarımda
saçlarım düğüm düğüm

sanki...
belki...
keşke...
yarım kalıyor cümlelerim.
avara aldım çoktan
gidemiyorum.


Thursday, December 31, 2015

Elastic Heart


dumandan, tozdan, sisten göz gözü görmüyordu
her şey kapkaranlık bir ana gömülmüştü
ölüm gibi bir şey olmuştu ama kimse ölmemişti
hayatını geri kazanmak için el yordamıyla savaş veriyordu
silahsızdı
çırılçıplaktı

hayattaydı oysa, kalbi atıyordu, değil mi?
hayattaydı oysa, nefes alıyordu, değil mi?
konuşuyordu
gülüyordu
savaşıyordu
hayatını geri kazanmaya çalışıyordu

güneş içeri girmeye başlayınca aydınlandı ortalık
ne duman kaldı geriye ne toz
gözleri acıdı biraz, kaldırdı kafasını, etrafına baktı
hapsolduğunu farketti
bir adam vardı karşısında, kimdi?
esmer miydi?
sarışın değildi
hapsolmuştu adam da
merakla yaklaştı kadın
sabırsız kedi merakına karşı koyamazdı, kahretsin
yaklaştı, kokladı, dokundu
harika hissetti önce
ama
hapsolmuşlardı
kurtulmalı ordan!
nasıl?
kurtarmalı kendini
kurtarmalı adamı
o muydu? o olabilir miydi? kaçar mıydı benimle?
kurtulur muyduk?!

sis çökmeye başladı yeniden
haykırıyordu kadın
nerdesin?
nerdesin?
haykırıyordu kadın
nerdesin?
duymuyordu adam
nerdesin?

bütün şehri yerle bir eden bir savaş başlamıştı şimdi yeniden
bütün sevdaların şehrini
toprakları ölmüş kalplerin zehirli kanıyla sulanmış şehri,
şüphelerin bulutlarıyla karanlığıyla gömmüştü savaş
ama
savaş çocuklarıydık biz, her birimiz derinimizden yaralı
yaralarımızın kabuğunu soyarak büyüdük
öyle ki
daha da kalınlaşmıştı derimiz her defasında
nüfuz edecek yeni yaralar açmaya gücü yetmez olmuştu kimsenin,
nasırlaşmıştık
sağ kalacağımızı bilerek yürüdük savaş alanında
savaşmadık birbirimiz için
ayağımızın altında leşini bile tükettiğimiz ruhların kemiklerini kırarak,
geçip gittim hayatından...

hazırdı kadın
silahsızdı
çırılçıplak
savaş alanında güvenle adama baktı, seslendi, tuttu yakasından, çekti kendine, bağırdı
haykırdı
nerdesin?
görmüyordu adam,
duymuyordu
bilmiyor muydu yoksa?

yürüdü kadın
sarıldı adam
yürüdü kadın
elini tuttu adam
yürüdü kadın
adam yoktu
yürüdü kadın
bir çiçek buldu yıkıntıların arasında
umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı şehirde
güzel bir şey gördüğünde ne yapacağını bilemez baktı öylece
aldı çiçeği kadın, bastırdı içine
kırık hayallerini de sakladı yıkıntıların arasına
ölüm gibi bir şey olmuştu ama kimse ölmemişti


Thursday, December 24, 2015

Hey Jude

gerçeği daha yeni farkediyorum.
ben gidiyorum.
gideceğim yani.
biraz daha zamanı var ama
bu sefer gerçekten gidiyorum
sadece kaçmaktan söz ederken
kendi kendime
gerçekten gidiyorum
neden kaçtığımı da bilmeden üstelik
kendimle beraber herkesi ardımdan sürükleyerek
bilinmezliğe...

bülent ortaçgil dinleyecektik daha seninle, kucağına yatacaktım
ihsan oktay anar romanları okuyacaktık gece geç saatlere kadar, uykusuz
çok sıkılınca saçma reality showlardan birini izleyip dalga geçecektik
izlediğimiz bilim kurgu filmini tartışacaktık, zıtlaşacaktık, inatlaşacaktık

tanışacaktık daha seninle
boğazın ayazında vapura binecektik...

gidiyorum ben,
tanışamadık.
tez canlıyımdır ya
çok beklemem

daha da kötüleştirme durumu... tanışmadık nasıl olsa... değil mi?

zaten hep yalnızdım
zaten hep bir ben
içimden geldi cesaretim,
hep,
kendimden.
gidiyorum ben.
gideceğim yani.
daha vakti var.
gerçekten

g

e

r

ç

e

k


inanamıyorum hala.
bunu dinle, inancın olsun kendine.



Saturday, December 12, 2015

This Feeling


yorulmuştu
sadece hala nefes alabildiği için şanslı hisseder olmuştu
sahi bu kadar çok insan varken
nasıl olurdu bunca yalnızlık
neyimiz eksikti
yoksa fazla mıydık
sonu bilinmez bir çaresizliğin içinde debelenirken kesişti yolları
bir anda parmak uçlarında hissettiği sıcaklığı anlamadı önce
hayır ne gerek vardı
aklındaki boşlukla başı beladaydı zaten
sadece eğlencesine kendini ateşe atamayacak kadar geç kalmıştı
göğsüne bir yumruk yemişçesine batıyordu her nefesinde
boşluklar doldurulmak içindiyse de
koysan almıyordu
hayal etmek yanılgıya sürüklüyordu ne de olsa
sadece bu hissi alıp götürmeseydi ellerinden
kabul edilebilirdi
bekledi
derin bir nefes aldı.
iyi mi olacaktı acaba?
geçecek miydi bu da?
sonra bir cümle geldi aklına
kendine ne anlatacağını bilemediği o anda

olmamasına razıyım. oluyormuş gibi olmasın yeter

özgüvenini giydi yeniden
ve bitti.
"sonra yalnız bir opera başladı"

Wednesday, November 11, 2015

Çal Kapımı

https://www.instagram.com/p/I934EcpXZy/

normal hayatın seyri devam ederken
bir gözün kapıda beklediğin vardır
beyaz elleri gitarın tellerine vururken
yumuşak kıvırcık saçları ritmiyle sallanır
yeşil gözlerini dikmiş gözlerine
kalbini bitiş noktasına doğru hızla koşturan
bir hayat boyarsın kapısı mavi
ister uykusuz
ister huzursuz
ister mutsuz
yaşasanız içinde yer bitirirsiniz birbirinizi
sonra dersiniz ki aşk yetmez
yollar zorlu
neden bilmiyorum
birbiriniz için yaratılmadınız çünkü
ama istersin ya 
yine de
çalsa kapımı