Tuesday, January 28, 2014

Playground Love

başın döner ya hani kokusunu duyduğunda
evinin her yanına sinmiştir, her yerdedir.
tatlı bir yaz esintisine kapılıp uçmak gibi hafif.
yastığa kafanı koyduğun anın verdiği rahatlama gibi.
parmak uçlarını omuzlarında gezdirirken gelen ürperme...
öyle naif, öyle yumuşak.
aklın adını bilmediğin bir uyuşturucunun etkisinde
gözlerini kapat ve dinle
öyle saf.
güneşli bir günün uyuşuk bir öğleden sonrasında
pamuk şeker yemek gibi.
uçucu bir şeyler var, uçuşan...
nereye gitti bilmem.

Monday, January 27, 2014

Midnight City

Sisin altına gömülmüş kocaman plazalarda,
biraz daha fazla para kazanmak için ruhumuzu sattığımız,
bir haftaya daha merhaba.

gecenin yağmurdan parlayan asfaltında,
kırmızı stop lambalarının beynimize kazındığı trafikte,
kendimiz olduğumuz yere adım adım yaklaşırken,
arabanın içinde tıkılıp kalacağınıza biraz dans edin hadi.

sesi de açın,
motor seslerini aşıp diğer arabalara da ulaşmasını sağlayın,
köprüye vardığında karanlık şehrin göz kırpan ışıklarına bak bu defa.
dünya güzel aslında.

Sunday, January 26, 2014

Dirty Paws

hayalgücü dolu hikayeleri olan şarkılara bayılıyorum.
oksijenden başım dönmüş
ve
10km koşmuş kadar canlı hissediyorum.

kimsenin yaşamadığı küçük ülkelere,
üstünde karlı dağları ve ormanları olan küçük ada ülkelere,
nasıl telafuz edileceğini bilemediğin tuhaf dilleri olan ülkelere,
yelken açalım
haydi gidelim,
çok bekledik,
hadi!


Saturday, January 25, 2014

Under The Milky Way

hava kararmaya yakın
yalnız insanlar kalabalık sokaklarda
neyi aradığımızı bilmeden dolanıyoruz
gözlerimiz gözlerinizle buluştuğunda
bir ihtimal daha var mı diye bile düşünmeden
geçip gidiyoruz hayatlarımızdan
belki yanyana ya da karşıdan karşıya
gelip de kalan, buradayım diyen
oldu mu?

şarkı, en sevdiğim filmlerden olan Donnie Darko'nun da soundtrackinde,
paylaştığım akustik versiyonu,
orjinali için buraya tık tık.

Friday, January 24, 2014

I'd Rather Dance With You

Bugün Cuma!
sebepsizce mutluyum bu şarkı çalarken
ve
şimdi sadece dans etmek istiyorum seninle,
bırak kelimeler yarına kalsın.
şarkıyı sanki sen söylüyormuşsun gibi yap,
saçlarını savurup o güzel gülümsemeden ver bana,
ki,
biraz daha aşık olayım sana
ama sen bilme
dans edelim,
boşver.
belki sonra bir kahve içmeye gider miyiz?


Thursday, January 23, 2014

The Pretender

Boş odada başlayıp çeşitli atraksiyonlarla devam eden klibe sahip şarkılar köşemizde bugün Foo Fighters'ı ağırlıyoruz.
Aslında bundan iyi kategori çıkar.
Ama kategori ismini kısaltacak alternatif düşünmek lazım, çok uzun oldu.
ya da
sinirliyken ortalığı kırıp dökmelik şarkılar köşesi mi yapsak?
üstünde sonra düşünürüz,
hadi şimdi şarkıyı dinleyip, kendi kendimize air drum yapalım.
etrafta kimse olmadığına emin ol yalnız,
insan maymun ediyor kendini :)
bir yandan Dave Grohl ile birlikte bağırarak söylemen lazım

what if i say i'm not like the others?
what if say i'm not just another one of your plays?
you're the pretender
what if i say i will never surrender?

ben bugün 12. loopumda hala tepiniyorum,
kedim kaçacak delik arıyor,
henüz komşular kapıma dayanmadı.

nasıl? iyi geldi ama değil mi?


Wednesday, January 22, 2014

Relight My Fire

seni yine bir anıya götürüyorum,
Brighton'dan bir anıya daha.
her şarkının bir anı var demiştim ya hani,
Preston Park'taki gay pride'a ait bu şarkı, Brighton Pride'a
hayatımda ilk defa gaylere bu kadar yakın olmuştum,
homofobik değilim, aksine hep gerçekten gay bir arkadaşım olsun istedim,
hani sex and city'de olduğu gibi.

önce sahil yolu boyunca kocaman bir geçiti izliyoruz,
gay ölümlerine karşı sessiz birkaç grup, tepeden tırnağa simsiyahlar içinde mumya gibiler, her 4'lü bir tabutu sırtlamış,
sonra özgürce partnerleriyle dans eden 50'lerindeki ablalar abiler figürleri arasında minik öpücükler veriyorlar birbirlerine,
çok ilginç rengarenk giysiler giymiş bazıları, saçları kocaman!
bazıları senden benden seksi,
topuklu ayakkabıları üstünde benden daha iyi yürüyen adamların popolarına bakıp kalıyorum.

ellerimize nereden geldiyse gökkuşağı bayraklarıyla ağzımızdaki düdüğü üfleyip, dans ede ede Park'a varıyoruz.
inanılmaz bir kalabalık var.

penis şeklinde kocaman şekerleri yalayan insanlara gülerken biraları püskürttüm her yere,
boyu herhalde 2 metreyi bulan doreler içindeki bir zenci gay bana göz kırpıyor,
dayanamayıp yayıldığımızdan çimlerden kalkıyoruz,
dans ederken nereye geldiğimi farketmemişim,
gay olduklarını bilmesem orada yiyeceğim 2 adamın arasında sandviç olmuşum!
o esnada çalıyor bu şarkı,
bu çalan ne diye yanımdakilere soruyorum sonra,
bilmiyorlar ama sözleri aklıma yazıp hemen akşam google'layıp buluyorum tabi.

hayatımda hiç bu kadar özgür hissetmemiştim.


Tuesday, January 21, 2014

Ruby Tuesday



yağmurun yağsam mı, yağmasam mı kararını veremediği karanlık bir gün biterken,
bugün salı ve havada inanılmaz bir renk cümbüşü.
e5'teki sinirli trafik ve o çirkin Bostancı apartmanlarının arasından,
maviler kırmızılara karışıyor.
şirkette masamdan gökyüzüne bakarken Mick Jagger'ın sesi yetmiyor ama Brian Jones çok güzel piano çalıyor.

ain't life unkind?

hayatın anlamını ararken buldum ben bu şarkıyı.
yolumu aydınlatan o sözü kulağıma fısıldıyor
hayat dersimi veriyor
özet geçiyor.



bir de baktım ki aslında beni de anlatıyor:

don't question why she needs to be so free
she'll tell you it's the only way to be
she just can't be chained
to a life where nothing's gained 
and nothing's lost
at such a cost


Monday, January 20, 2014

Another One Bites The Dust

biraz enerji mi lazım?
biraz ritim?
size biraz bass gitar verelim?
biraz Freddie Mercury çığlığı?
sesi de sonuna kadar açtın mı?
hala kendine gelmediysen, derhal bu blogu terk et,
zira senin için yapabileceğim hiçbir şey yok demektir.
lütfen!
hadi ama!


Sunday, January 19, 2014

Heartbreaker

hani birinin suratına bağıra bağıra "seni seviyorum" deyip,
sonra kucağına atlayıp uzun uzun öpmek istersin.
ilk gördüğün anda zaten ellerin titremiştir.
uzaktan uzağa bakarken hep gözlerini yakalamıştır.

ama en baştan başlamaya cesaret edemezsin,
tekrar tekrar aynı şarkıları söylemek istemediğinden.

susup sadece gözünün içine bakıp anlamasını beklersin.
yanaklarında çıkan gamzeyi görmek için aptal şakalar yaparsın.

aslında bu şarkı, yaşanmış olup da unutulmayan için olsa da
benim için başka türlü nedense işte.
sen benim kalbimi kırmadan önce ben kendim yaşadım şarkıyı heralde.

ne zaman o minik mavi gözlerini gözümün içine diksen
kafamda aynı yer dönüyor:
i knew it from the very start
i knew that you would break my heart



Saturday, January 18, 2014

High Hopes



3 gün önce çıktı albüm, tabi ki daha tamamını dinlemedim.
çünkü ben hasta gibi kafayı bir şarkıya takıp hunharca onu dinliyorum.
çünkü ben biraz manyağım.

aslında bir cover bu şarkı,
sana iki kelam edeceğim Bruce Springsteen,
sen zaten the boss iken, neden kalkıp cover yaparsın be adam?
senin coverlık bir gösteriye mi ihtiyacın var yahu?
ama çok da iyi yapmışsın, çok da güzel yapmışsın "yine" darling.


Friday, January 17, 2014

Help Me Lose My Mind





bu blogta Cuma günlerini adeta bir diskotek havasında yaşıyoruz.
hafta bitiyor,
insan kurtulmak istiyor kurumsal kimliğinden.
e hadi geceye ısınalım o zaman bu şarkıyla?
nasıl?


Thursday, January 16, 2014

One Day Goodbye Will Be Farewell

Affettim,
affetmeyecektim ama yine,
affettim.

ne geçiyordu aklından ölüm sessizliğinde bilmiyorum.

Ağladım,
ağlamayacaktım ama yine,
ağladım.

ne geçiyordu aklından onları söylerken bilmiyorum.

Git diyene kadar gitmeyecektim
ya da sen gidene kadar bekleyecektim.

hadi tut işte elimi,
ben buradayken tut.
hala vaktin var.


Wednesday, January 15, 2014

Riptide

Ukulele ile yapılan şarkıların naifliği diye bir gerçek var.
sözleri bile hep daha sevimli,
tatlı tatlı sallanır halde bulmadın mı sen de kendini?
bence ben bu şarkıya, bu sese, bu melodiye, bu adama aşık oldum.
ünlü olsun da, "yaa kimse bilmezken ben dinliyodum bu adamı" gıcıklığını yapabileyim istiyorum.
ama çok büyük bir fanı olduğum için Türkiye'ye gelip benim için konser versin.
Çeşme Ilıca sahilinde ateş yakalım, orda söylesin bu şarkıyı,
çıplak ayaklarımızı kuma göme göme dans edelim,
elbiselerimiz uçuşsun,
serin yaz esintisinde üşüyelim biraz.
o tuhaf kıvırcık saçlarını savurup, "i love you" derken gözümün içine baksın.

"çok istersen olur" derdi annem bana ^.^


Tuesday, January 14, 2014

All In Forms

ne zaman mesaiye kalsam,
uzun saatler çalışsam,
kafama yapışmış kulaklığımda Bonobo çalıyordur.
muhtemelen de Black Sands albümüdür.
hangi şarkısını beraber dinlesek bugün,
karar veremedim.
her şarkısı ayrı favorim.

şimdilik all in forms gelsin ama,
sen yine de tüm albümü dinle benim için, olur mu?


Monday, January 13, 2014

Mad About You

bir şarkı var,
tadı dudağımda,
kalbim ağzımda.
midemde kelebekler değil,
başka türlü.
acaip.
sevsen başka,
sevişsen başka türlü.

önce böyle
sonra biraz da böyle
it's driving me insane

Sunday, January 12, 2014

Love is Blindness

bazen neyi özlediğini bilmeden özlediğin oluyor mu?
düşünüyorum da,
galiba benim özlediğim böyle bir aşk.

biraz şarap içip ağlayalım mı?
iyi gelir belki,
geçer.

a little death
without mourning
no call
and no warning
baby, a dangerous idea
that almost makes sense


Saturday, January 11, 2014

Mr Brightside

2010 Ağustos.
Brighton'da hava hep güzeldi o yaz.
zaten Brighton hep güzeldi.
2 İtalyan, 2 Fransız, 2 Alman, bir de ben.
fıkra değil, İngiltere'deki kanka grubumuz.
ders yoktu o gün, Londra'ya gitme planlarımız tamamdı,
hostel'a rezervasyonumuzu da yapmıştık.
yalnız tren biletlerini alamadık daha.
"boşver şimdi istasyon sahile uzak, hadi gidip dondurma alalım bir yerden" dedi Pierre.
dönerken basketbol oynayanlara takılmıştık,
birkaç güzel gitar riffi duyduk uzaktan.
bir grup İngiliz, bir grup İngiliz'e minik bir konser veriyordu sahilde.
karıştık aralarına, Dominik gidip biraları aldı.
tam bir yudum almıştım ki bu şarkıyı çaldılar,
2 İtalyan, 2 Fransız, 2 Alman, bir de ben,
bu 7 kişi, 4 ulusun ortak noktası,
bağıra bağıra söyleyip zıplarken,
bütün biramızı döktük.

yeniden o yazı istiyorum.


Friday, January 10, 2014

Dance With Somebody

bugün Cuma.
nereye gidiyorsanız,
bu şarkıyı yanınıza alın.

bu gece güzel müzikler dinleyen adamlara aşık olun.

Thursday, January 9, 2014

Omerta

bazılarınız nasıl olur da doom metal dinlediğime şaşırabilir.
oysa beni tanıyanlar iyi bilir, hayatımın bir dönemi doom metala adanmış bir çaresizlikle geçti.
hala doom metal dinleyenleriniz olabilir, ne olur "çaresizlik" sözünü kendinize yormayın.
benim çaresizliğimdi o.
doom metalin yaralarımı deşeleyen bir tarafı var.

blogu bir süredir takip edenler belki bu şarkıdan hoşlanmayabilir.
arada hoşlanmayacağınız, kulaklarınızı kanatacak kadar ağır metal şarkılarla karşınıza gelebilirim de.
hep hipster olacak değilim ya, arada gothic de oluyorum.

gelelim şarkının hikayesine...

o adımı kimsenin bilmediği yere"gitmek" isteğimi,
o duymaktan bıktığım "sizin küçük fikirleriniz"i,
o içimdeki bastıramadığım melankoliyi,
sana anlatayım hadi gel, yanıma otur.

hatırlar mısın eskiden şarkı söylerdim?
şimdi kimseye tek kelime etmeden saatlerce susabilirim.
para etmeyecek eşyalar için anılarımı satabilirim.

barmen bana ne içirdi bilmiyorum, ellerimi hissetmiyorum.
ama kalıp beni dinlediğin için teşekkür ederim.
arkadaşlarıma onları çok sevdiğimi ve onları özlediğimi söyler misin?


Wednesday, January 8, 2014

Electric Feel

soğuk bir hoegaarden alıp gelin hadi bana.
sahilde bir yerlere gidelim,
biraz dans edelim.
you can feel it in your mind
belki sana"yüzmeyi" de öğretirim.
dünyayı dans pistinden değiştirebiliriz de.
bu gece senin electric girl'ün ben olurum,
do what you feel now


Tuesday, January 7, 2014

I Know

şaraptan son yudumumu aldım,
bir sigara daha yaktım.

ne kadar inkar edersem edeyim gerçekleri değiştiremeyeceğim,
biliyorum,
kabul etmiyorum.

ne eksik ne fazla,
kelimelerimi toparlayıp bir cümle kuramıyorum.

kaçmayacağım,
kabul edeceğim,
söz.

tüylerim diken diken,
yanaklarım neden ıslak?
brain'ın sesinde bir sihir var,
sözlerde ne var bu kadar yaralayan?

bilmiyorum.
ellerim buz kesti,
yazamıyorum.


Monday, January 6, 2014

Elephant Gun

Bir arkadaşım yazmıştı geçenlerde Twitter'a,
"Beirut dinleyen adamdan zarar geleceğini düşünmüyorum."

ah, öyle bir geliyor ki.

vaktiyle saf mutluluk pompalayan bir şarkıydı damarlarıma.

hava puslu, yağmur çiseliyor biraz,
ben sağ koltuktayım.
yıllardan eski, aylardan Kasım mı?
hava karanlık ama içim içime sığmıyor,
takvimleri karıştırdım.
e5'in trafiği gözümüze sokuyor mutsuz şehrin ışıklarını.

if i was young, i'd flee this town
i'd burry my dreams underground

ama ben mutluyum,
çünkü,
yola mı baksan, bana mı baksan bilemez haldesin.
elimi sıkı sıkı tutmuşsun,
bir daha bırakmayacaksın sanki.

as did i, we drink to die
we drink tonight

"araba kullanırken bari bırak elimi" diyorum.
yan yan gülüp diğer elinle tuttuğun direksiyonu bırakıp vites değiştiriyorsun,
"yapma şunu, korkuyorum" diyorum
"hayattayken seni sevmek istiyorum" diyorum, içimden.

we'll lay it down
it's not been found
it's not around

trafik tıkandı,
sana zorla taktırdığım kemerinden kendini kurtarıp,

let the seasons begin, it rolls right on
let the seasons begin, take the big game down

iki elinle yanaklarımı avucunun içine alıp,
öptün beni.

and it rips through the night

"bu şarkı beni çok mutlu ediyor"
dedim sana
"ama aslında çok hüzünlü değil mi?"
dedin.

and it rips through the silence
all that is left is all that i hide

evet, artık,
çok hüzünlü.


Sunday, January 5, 2014

İyisin

madem bugün Türkçe Pop'tan girdik,
öyle de bitirelim diyorum.

sanırım Türk Pop müzik tarihinde yapılmış en ironik şarkı.
kendim de ironiyi sevdiğimden heralde,
90'lardan en sevdiğim şarkı bu olabilir.
ironiden anlayan insanların da zeki insanlar olduğunu düşünmüşümdür hep.

tam adamı kapı önüne koymalık şarkı.
"yürü git, senle mi uğraşcam bee" demenin yolu.

zaten,
sorun sende değil bende.


Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği

Ajda Pekkan’ın o asil, ayakları yere basan, ne yaşarsa yaşasın yara almayan, her savaştan dimdik çıkan güçlü kadın imajından etkilenmeyen kadın olabilir mi?

Her ne kadar indieli bindieli, entelli dantelli şarkılar dinlesek de bu ülkenin çocukları olduğumuzdan, kulağımıza Ajda söylenerek tanıştık müzikle.

Ben mesela, daha 10 yaşımdaydım, The Best of Ajda piyasaya yeni girmişti. Çok güzel sarışın bir kadın, hoplaya zıplaya “şimdi gel de gör beni bambaşka biri, topladım dağılan kalbimin her köşesini” diyordu. Sözlerindeki anlamı yakalayamadan, 2 yandan toplanmış saçlarımla, o klibinde giydiği mavi çiçekli pantolonu anneme aldırana kadar ağlamış halimle, deodorant şişesini mikrofon yapmış söyler dururdum.

Nereden çıktı şimdi bu Türk Pop yazısı dersen, bugün daha ancak gözümü ancak açmış kahvaltı yaparken şans eseri NTV’de Söz ve Müzik belgeseline denk geldim. 60’lar, 70’ler, 80’ler, 90’lar Türk Popu'nun mihenk taşlarını şarkıcısı-söz yazarı-bestecisi 3’lüsünün hikayeleriyle birlikte anlatan bir belgesel. Biliyorum hala Gezi olaylarındaki tavrından ötürü boykot uygulamaya devam ediyor kimimiz. Ama unutulup giden, kıymetli bir müzik piyasası vardı Türkiye’nin. Şimdi kulaklarımızı tırmalayan, bel altından vuran çoğunlukta olmasına rağmen, eskiden çok çok çok iyi sözler yazılan (ama müzikal olarak, şimdi de olduğu gibi, üretkenliği kısıtlı) bir dönemi vardı. O döneme gidip karıştırdığı için müziği seven herkesin izlemesini isterim bu belgeseli. Hani o Issız Adam filmiyle tanıştığımız eski zaman şarkıları akımının bir artçısı gibi bu belgesel.

Ah işte, o güzel sözlü dönemi başlatanların vitrini Ajda Pekkan’ın ta kendisi.
Hala daha capcanlı, senden benden güzel, senden ben genç, senden benden enerjik.
Evet itiraf ediyorum, Ajda Pekkan’ı seviyorum.
Bazılarınız “ay Kezban” deyip, beni takip etmeyi bırakabilir.

Çok da umrumda.

Kalanlarla beraber,
hala sözlerin derinliğini idrak edemesek de,
hadi bugün biraz Ajda dinleyelim!


Saturday, January 4, 2014

On The Top Of The World

tatlı the Beatles göndermeleri
retrogalaktik klibiyle
tüm indie severlerin kalbini çalmış olabilir.

hadi biraz neşelenin!

i know it's hard when you're falling down
it's a long way up when you hit the ground
GET UP NOW


Friday, January 3, 2014

Pilgrim

El Camino'muza atlayıp sakin sakin yol alırken,
ikimiz de nereye gittiğimizi bilmiyoruz.

sadece gitmek olsun diyeydi bu yolculuk.

sana söylemek istediğim bir şey vardı aslında...
ama müziğe kaptırmışım kendimi,
unuttum.

geldik mi?


Thursday, January 2, 2014

You're So Dark

evet kabul ediyorum, Arctic Monkeys obsesyonum var.
bu blogda her ay bir ya da birkaç şarkısına maruz bırakabilirim seni.

Alex olgunlaştıkça daha erotik olmaya başladı.
bu da songs for bedroom klasmanında.
ahlaksız b-side.
iyi değil.
hiç iyi değil.


Wednesday, January 1, 2014

Trying To Be Cool

"bir mint julep ısmarlarsan beraber dans edebiliriz tabi"

sen fantastik dans figürlerini sergileyip beni güldürürken,
ilanı aşk etmenin en tatlı yolunu bulmuş olabilir misin?